Küçük Dünyama Takılanlara Fısıldadıklarım...: Ocak 2008

30 Ocak 2008

uğursuz '3' ile anlamsız '0' =Yeni Yaşım

Aaa blog sayfamın punto ayarları yok oldu/muş. Haberim yok hep böyle mi olacak; o zaman yeni punto merhabaa((: Şöyle keyifle yazı yazacaktım ki ne yazacağımı unuttum bu telaşla. Haftasonunun tam başı olan keyifli günlerin habercisi cuma günü eski arkadaşım, şimdilerde keman hocam aradı. "Hayırsıızzz" diye. Bu ara aldığım telefonlarda kulağıma çalınan ilk hitap kelimesi bu; "hayırsız". Sağolun size de diyesim geliyor ama bahane yok ki nafile. Ya da selamı var ....'nın o hayırsıza selam söyle dedi şeklinde ki içerlemelere. Araya giren hastalığım ve tatil telaşı yok toparlanması derken uzak kaldım galiba arkadaşlarımdan.
Yapmam gereken o kadar çok şey var ki bunların içinde en zoru kilo vermek galiba. Bunu planlarken bile yiyorsun 7/24 yiyorsun. Birine ev gezmesi yapsam soluğu boş tabağımı mutfağa bırakırken buluyorum. Sohbetler "ne yaptın, nasıl ağırladın, üff harikaydı, al bak tarifi...v.s." şekilli oluyor. Zor zor bu devir de çok zor, ortada yeni model çikolatalarla yepyeni tatlar varken "mm yok ben almıyım" şekilli kalıp yaratmak. Benden çıkmıyor, çıksa da falso veriyorum ağzımın suyu akıyor. Bi on yıl önce demiştim anneme beni doktora götür diye. Espri sandı, değildi. Neden benim her gördüğüm şeyde ağzımın suyu akarken arkadaşlarım "şaka yapıyorsun daha yeni yemedik mi" diyorlardı!! Anlayamadım aradan uzun zaman geçti. Ağzımın suyunun aktığı o dönemden bu döneme sanki yediklerim saklandıkları yerden çıkmaya başladı. Yaş otuz gerçeklerle yüzleşme vaktiymiş. Her şeyin biir bir ortaya çıktığı, iyilerin kötü, kötülerin iyi olduğunu görme vakti. Tam ortasında nötr değerlendirmelere en yakın noktaymış burası. Elinde avucunda ne varsa ortaya koyma vakti bugün. Gün bu gün ve içimde acımasız düşüncelerde boğduklarım, arkamı dönüp sıkı sarıldıklarımı gördüğüm gün. "Pişmanlıkların olmadığı" söylemlerinin saçma olduğunu düşündüğüm gün. Pişmanlıklarımı kabul edip "asla" demekten yine korkup "yapmamalıyım" dediğim, yaparsam ardındakileri görebildiğim gün. Büyüdüğümü gördüğüm, hayatımın bana ait olmadığını bildiğim, ayaklarımın yere alıştığı, topuklarımın zamanla nasır tutacak kadar yorulacağını bildiğim gün. Yaş otuz. Yerinde oturanları kaldıramayacağımı anladığım, idare edilme zamanın yavaş yavaş yaklaştığı gün.
Belli ki bugün ki sinirle değil her günkü hissettiklerimle vardığım sonuç bu. Üçün(3) önündeki, yaşımın sonundaki sıfırın(0) kattıkları kadar anlamsız ve güçsüz. Halbu ki önüne katmış sıfırı ve savarken yerine dördü kendisi bilmez ki uğursuz bir ÜÇ(3)'tü.

Ya da daha önce söylediğim gibi;
Yaş "30" Evde Yokuz((: (ESKİ YAZIM)

22 Ocak 2008

BEN-annem, kırmızı kız, O-annesi ve zaman

Üniversiteyi kazanıp yurda geldiğim ilk gün tanıdım onu. Elimde valizim vardı, yine en kocamanından bir kırmızı kız. Onun da vardı en kocamanından bir tane. Annem vardı bir yanımda diğer yanımda babam. Onun da öyle, bir de ablası fazladan. Duygusal, şaşkın bir gündü, ailemizin bizi bırakıp gideceği o gün. Cesaretim gitmiş dişçi koltuğunda ki o korku sarmıştı içimi. Öyle bir gündü, içimden ailemle kaçıp gitmek gelmişti geldiğim küçük kasabaya. Onun da öyleydi, o bakışla karşılaştığım da anlamıştım yalnız olmadığımı. İçimizde küçük kıpırtıları saklamaya çalıştığımızı görmüş/tüm. İlk merhaba dediğim kişiydi kosskoca şehirde. Ben de ilk merhabasıydım onun kosskocaa şehrinde. Anneler daha bi buruk olur evladının içinde korku olunca, evlatların ilk hakları/tüm hakları önce anneye verilir, evlat anneye emanet edilir ya taa doğuştan varoluştan bu yana... Bizimle yukarı çıkma hakkı da anneye verildi bomboş koridorlu soğuk binada. Ben vardım annem vardı. O vardı annesi vardı. Birlikte çıktığımız o merdivenlerden, sonrasında yıllarca birlikte inip çıktık onunla belki bin defa. Birlikte kaçıp sığındığımız evler oldu yüreklerimizde. Koccamaan kırmızı kızla taşımıştık o gün geçmişimizi o soğuk binaya ve "merhabayla" paylaşmıştık tüm yaşadıklarımızı. Bir bir çıkardık kırmızı kızdan her şeyi biir bir... Bir bir geçti seneler yıl 1997'di. Annem vardı annesi vardı. Sonrasında ben kaldım bi kosskocca şehirde okul bitti o da kaldı benimle birlikte, kaldık. Sonra hayatıma biri daha girdi o evlenince.
Büyümek kurallaşmakmış biraz da. Büyüyünce zaman önemli oluyor, eve giriş saatleri erkene alınıyor, uyanınca anne-baba gibi işe gidiliyor. Büyüyünce insan yoruluyor. Sen yorulmasan da yorulanlara uyuyorsun onlar yorgunsa hayata ayak uyduruyor büyüyorsun. Kurallar alıp başını gidiyor. Kısıtlı zamanlarında görüştüğün daha az kişi oluyor ve bu anlarda görüştüğün kişiler en kıymetlilerin oluyor. O kişilere değerini biraz da zaman kazandırıyor. O zamanın içinde ki toparlanışlar, göz yaşları koccamaan bir kırmızı çanta içinde taşınıyor. Ben vardım o vardı ve aramızda bir kırmızı kız. İçinde alemiz, geçmiş zamanlarda ki her şey vardı. Biz böyle olduk 10 yıl sonra artık ortak bir çantamız(kırmızı kız) vardı en koccamanından. Zaman vardı bizi sınayan birbirimize bağlayan. Kısıtlı zamanların büyük arkadaşı o.
-Sibel ama üzülme sana acı bi haberim var.
-Biri öldü dimi noldu!! Dur söyleme(yatakta doğruldum, gözlerimi yumdum sımsıkı). Şimdi söyle, NOOLDUU!!
-Sibel biz dün annemi kaybettik.
----
Nedendi, iyiydi, şakaydı, gerçekti, sonra hayat çok kötü oldu, basit kaldım ben, küçüldük hepimiz yaşamın içinde, oyuncak kaldık.
Safranbolu gezimin 2. günü. Telefonda. Ağladım. Sadece ağladım. Sadece bu. Bu kadar. Başka bir şey yapamadım. Acıydı. Ağlamak güzeldi ama bu kadarı acıydı. Kapattım teli yine açtım. Yapabileceğim bir şey olmalıydı. Bu bayram ben Fatma teyzemi aramamıştım. Artık bir şey yoktu.
Haftasonu ona gittim anca gittim anca geldi çünkü. Ben vardım annem vardı, Ülkem vardı bir dee Fatma teyzem vardı. Ülkem annen vardı yanımızda çünkü SEN vardın Fatma teyze vardı.
Ağlıyorum şu an, yine. Zaman yanıbaşımızda, çantamız aramızda yol alacağız. Annemi de yanımıza alıp konuştuğumuz gibi hiç ayrılmayacağız seninle. Biz hiç birşeyi unutmadık unutmayacağız.
"Öğrenmek aklımıza neden gelmedi" dediğimiz Fatma teyze mantısını belki bir gün o tatta yapmayı başarırız seninle;))


17 Ocak 2008

şarkı söylerim size "mırr..." İzmirceğ

Ben İzmirli'yim. O zaman napıyoruz her İzmir'li gibi hasta oluyoruuzz. Evet ben de nihayet hastayım. Nihayet tabi, bekliyordum dört gözle. Gardımı almıştım yani baştan. O yüzden şaşırmadım, neden araştırmadım, "o kadar da dikkat ettim" sözlerini boş yere sarf etmedim.
"Kordon'da gezmeyi biliyosunuz ya, yaaa;)"
"Trafik yok ohhh 10 dakkada evde ne kıyak valla;)"
Tamam gereği neyse yaparız. Birlik var bizde, böyle de İzmirceğ hasta oluruz hep birlikte. Ana haberlere konu olan İzmir hastalığı şimdi benim bloğumda. İçimden bir ses kuss diyor, karnım bişiler mırıldanıyor, aklım hazırsın bekliyordun yılma diyor. İçimden ne gelirse bu ara onu yapıyorum. Şimdi İzmirceğ bu iş sürecek ortalama 1 hafta. E nerde kaldı benim hayallerim ben hep hamile iken kusmayı hayal ederdim:( Böyle boş boş değmiyor valla sırf milliyetçilik adına.
İşe geldim iş olmasa da, sonra kapris çekecek oda arkadaşım da yok ki yanımda. Yan odaya gitsem ilk uğrak yerim lavoba olunca yerimden memnunn düşünürken hımm "kime kapris yapsam "mırr"lasam" diye(öyle sesler çıkardım gece hep anneme) size geldim.
Anlatabildim mi beni dikkate alın burda herkes aynı ya beni kimse tınlamıyor kii ne yapayım. Beni kabul edermisiniz evinize Sibell hasta "mırrr..."
Hastayım hasta
Canım ister pasta
Gel gidelim dansa
Orda yersin pasta
"mırrr..." :((

16 Ocak 2008

"yolluk"

Haftasonu annemle birlikte Yalçın Menteş'in tek kişilik oyununa gittik. Oyunun adı "yolluk". Yalçın Menteş kendi hayatından esinlenerek hazırlamış bu oyunu. 35 yıl alkol bağımlısı olarak yaşayan ve gösteri günü itibariyle 12 ay 17 gün evvel bıraktığı alkolün kendince giriş-gelişme-sonuç şeklinde yaşantısına etkilerini yansıttı bizlere. Gerek komik anıları ki gerçekten komikti, gerekse alkolik olduğunu kabul etmediği o günlerde yitirdiklerini dile getirişi ciddi boyutta ağlattı kendi dahil tüm konuklarını.
"Yolluk"u duyduğumda ilk hususta aklıma "şıllık" geldi(((: Vallahi ne yalan söyleyeyim alakasız ama içimden "aa ne biçim bi oyun!!" geçti algılama süremin sürdüğü bi beş saniye süresince. Ne biliyim "yollu" gibi mi geldi artık bilemem de çağrışım işte:) Sonra dedim ki "aa otobüs yolculuğunu anlatan bi oyun galiba bu" yola çıkacak yanına bi-iki çıkın da alacak haydaa. Ama öğrendim ki "yolluk"; Rum zamanından kalma bi gelenek olup meyhane sahibinin(şimdinin bar-pavyon sahiplerinin) hesap ödendikten sonra ikram olarak müşterisine gönderdiği ikramlık içki. Yani şimdi bizlerde cila tabir edilen tarzda içilen son içki. Tabi onun da alkolikler dibini çıkarmış nezaketi bi yana atıp "atsana bana şurdan 1 şişe cila" diyerekten bu ikramlarında anlamı pek kalmamış.
Alkolik olmak hiç de zor değilmiş; bir yudumla başlayan ve sonu alkolik olduğunu kabul etmeyeceğin bir bağımlılık içerisine seni alarak şu işimi de bitireyim de gidip bi içelim odaklı hayatını ele geçirmesi. Ailemde olmasa da arkadaş çevremde de anlattıklarına benzer kişiler vardı ve öyle düşünmemiştim yani alkolik olmak zor sanırdım bende. Ama sorduğu sorular ve benim kendimce verdiğim cevaplarla çok arkadaşım alkolikti o zaman. Sonra bağdaştırdığımda yıkılmışlık çoktu onlarında yaşamlarında. En kötü şeyi söyledi eski alkolik izlenimleriyle; onların hasta olduklarını düşünmeden hor görerek arkalarından gülmek. Bunun yerine alttan almak gerektiğini, yönlendirilmelerini ve "sarhoş işte" diyip kaçmak yerine dinlemeliymişiz ki onlarda bizi dinlesin zamanı geldiğinde. Ama sınırsız bi zaman karşılıksız bi beklenti. Çünkü sonrasında "ben alkoliğim ve bunu bırakmalıyım" sözlerini sarf eden kendi olmalı ve bu son söz sonrası savaş sabırla kazanılmalı. Yakınındakilerle, yanındakilerle...

12 Ocak 2008

bitse de aynı; aşk da tatil de...

Çantalar boşaldı ve sanki büyük bir nefes sandığım tatil etkisini yitirmeye başladıkça sıradan diyebileceğim yaşantımı tekrar derinden solumaya başladım. Yüzümde ki etki hala geçmemiş bu arada, yani tatilin güzellikleri hala yaşanmakta. Bunun hep böyle gitmesini istiyorum. Mesela sabahları tekrar keyifle kalkmaya başladım. 2007'de yaşadığım kötü bitişleri gittiğim yollarda bıraktım. O benim meşhur ağaçlarım vardı hani, eskiden beri yapraklarına yaşantımdan parçaları, gözyaşlarımı bir bir astığım. Orada da aynı, bir bir içimdekileri astım. Atmadım başım üstüneydi, sadece astım.
Sabah keyifle kalkar oldum. İçimde bir umut 2009'a doğru ufak sınırlı mutluluklarla bir ömürlük keyifler yaşar oldum. Sabah tek telaşım, makyaf yapmak oldu. Malum uykumdan kısıtlamayınca şipşak mucizeler bekliyorum temkinli ve biraz yavaş ellerimden. Keyifle ağır adım emniyetle ölçekli yemek yapar gibi de makyaj yapıyordum. Ama tekrar pratikle oldukça hızladım. Bi siyah göz kalemi derdim var ki başa bela, şunu anladım bir kez daha; temizleme ürününün kalitesiyle makyaj malzemesi ya doğru orantılı olmak durumunda ya da kalem kaliteyi başta çekmek zorunda. Yoksa ne yaparsanız yapın mutsuzluk damgasını yer "ağladın mı Sibel neyin var!!" şeklinde adınızı görürsünüz benim ismimin olduğu yerde((: Bu tatil bana yaradı makyaj yapıyorum, tekrar uyumlu giyinmeye başladım, çaba sarf etmeden planlar yapabiliyorum artık. "Öff istemiyorum kimseyi görmek" telaşım bitti hafta sonları full yaşar oldum. Kendimi ne zaman kimler için eleştirmem gerektiği gerçeğini öğrendim. "Bir al bir ver ki kendinden bir şey kaybetmeyesin" sözüne, yani başa döndüm. Dozunu kaçırdığında çok büyük kayıplar yaşıyor insan. Karşındakini tembelliğe ittiği gibi; "nasılsa yapar, onda sınırsız bir sabır var" oluyor. Bu da zaman geçtikçe taşıması ağır bir yük olarak başını yavaş yavaş öne eğiyor/muş anladım. Anladım ki fazla sevgi insana uzuuun tatillere, çok düşünmelere, vericiliğin sonsuzluğunda elinde ne var bakmadan sonrasında deriin bir sensizliğe sebepmiş.
Aşk da tatil gibi bitse de onu hatırlatacak şeyler mutlaka kalır. Dün Nalan'ın blog yazsını okudum. Sadece yazısının ufacık bir bölümünde şöyle demişti ;"...Valla DVD'yi seyredince bir kez daha 'aşk' yoktur fikrim pekişti.Yani vardır da , kısa sürelidir ve kullanıldıkça tükenen birseydir.O yüzden de en güzel aşklar kavuşulamayanlardır.Haaa , derseniz ki , uzun yıllardır birbirine askla bağlı yaşayan çiftler ne oluyor , o 'aşk' değildir bence , o 'sevgi'dir."
Ne güzel yazmış dimi Nalan, amaa ben yaşadığım o derin duyguya ve bana yaptırdığı çılgınlıklara kulp takmak isterken en uygun kelimeyi seçmiştim bir kere. Onun adı "aşk"dı ve ben bu yüzden sabırlı, anlayışlı ve hala mutluydum ya!!:)) Sonrasında bi yorum yazıyım dedim şöyle keyifle ve başladım anlatmaya. O kadar anlatmışım ki bu anlatımım üzerine msn'de Nalan'la kıkırdaştık bile...
-Nalan ben sana yorum yazarken biraz abartmışım galiba ve ben yayına verdiğimde baktım Lale Abla yazmış da bi yorum yayınlamış bile!!
-Olsun ben çok beğendim:)) Evet biraz uzun olmuş ama güzeldi hatta bundan yazı bile yazılırmış bloğa.
-Sende mi:)) Bende bittiğinde işin ciddiyetinin farkına vardım bi yazı yazılırmış valla bu hususta.
ve sonrasın da birlikte gülmece(((:
İşte malum yorumum;
Küçük şirin adam büyüür büyüüür yürekte, baban olur. O büyük adam öyle kaprisler yapar ki gün gelir anlarsın ellerinle beslediğin bebeğindir. Gün gelir sana verdiği güvenle sırtını dayadığın dostun, gün gelir "aslaa" dediğin her şeyi sana yaptıran kahramanındır. Kahraman olur büyüür büyüür. Kocan olan bu adam gün gelir baba olur, gün gelir en az sen kadar değişir. Kalbin deli gibi çarpıp, ayakların havada bakarken gözlerine, sonrasında ayakların yere bastı diye mi "aşk" olmaktan çıkar adın!! Gözlerim seni arıyor, sensiz yapamıyorum diyemi sen benim alışkanlığımsın!! Zaman geçtikçe her şey değişir, benle sende değişiriz elbette. Ama aynı sabırla başlama gücün varsa içinde o yine "aşktır", aynı belirtileri göstermese de. Zaten boynuna atlayamazsın eskisi gibi, yaşın geçmiştir bir kere, ayakların tutmuyor diye mi bu öfke.İçinde aşk olmayan hiçbir duygu ölesiye özlemi yaşatamaz ve var olan bu duygu kavuşunca adı aşksa zaten unutulmaz. Aşk imkansızlık değildir yeter ki aşktan fazlasını isteme. O imkansızı gerçek yapar bir ömür ve aşıksan sana ara ara mucizeleriyle görünür.
Gönlümdeki bu güzel sevgiye beni inandıran kişiye sevgilerimle...

5 Ocak 2008

döndüm-dolaştım;DÖNDÜM((:

Ben bu ben değilim; tatilde ben değiştim. İyiyim iyiyim çok iyiyim. "Ne güzelmiş çalışmamak oohh" demedim, bizzat bunu damarlarımda hissettim geçen 14 gün:)) Yapmak istediğim her şeyi yaptım mı bilmem!! Zaten yapmakta elbette istemem, önümde bir ömür var daha benim. Ama en azından evde olsam bunu bende yaparmıydım dediğim sabah programlarını bile 5sn. ile 5dk. arasında da olsa izledim. Zevkliydi, sabah sabah hiç bu kadar ani duygu geçişleri yaşamamıştım. Konuşulan mevzulara ve mercek odaklı ağlayan insanlara anlam veremediğim gibi anlamsızca bir sürü küfür ettiğimi saymazsak oldukça eğlendim.
Haydiii şimdi kız isteyelim. E haydii...
Ne oldu şimdi ne kızı oluyor insan abuk surat ifadeleriyle dimi!! Hatta biraz da dudaklar aralanıp ağzı açık kalıyor. Konular ekranda bir anda böyle değişiyor da birbirlerini bile istiyorlar orda. İçimden size o anın şaşkınlığını yaşatmak geldi:))) Sabahları televizyon böyle bir şeydi. Evde kimse yok, herkes çalışırken oohh ben evdeydim ve arada çamaşırları bulaşıkları yıkarken french eşliğinde gözlerim ekranda "yok bu renk de olmadı" şeklinde oje şımarıklıklarımı yaşattım kendime her gün ve an. Beğenmedim sildim canım istemedi yeni bir renk beğendim. Kendimi bana ait o sıkıştırılmamış kadın zamanlarımda çok da özel hissettim. Yeni cilt bakım ürünleri aldım ki şu iki aydır biraz abarttım. Ama olsun inanın hepsini yarıladım. Estetik olmadım ama peelinglerle yüz keseleriyle fazla uğraşmış olmalıyım ki(sabah-akşam) bir süre sonra yüzümün değiştiğini fark ettim. Tatilim elbette sadece bunlardan ibaret değildi ama acaba bende ki şaşılası değişikliği sadece bu bakımlarla mı elde ettim diye de şimdi aklıma geldi. Sabah beni gören simitçi amcadan arkadaşlarıma kadar herkes yüzüme gülümseyerek bakarak bir "oooo" hitap şekilli sohbetlere başladılar ki insanda bağımlılık yapan cinstendi((:

24 kilo valizi son dakikada hazırlamak çok keyifliydi, kafayı fazla yormaya gerek yoktu tatil üzeri. Malzemeler dolaptaki her şeydi ve yapılışı çok kolay devasal bir valiz ki at kapat şekilli. Yani yola çıkışım bile keyifliydi ama nereden bilebilirdim ileride bu valizle beni zor günlerin beklediğini:( Her ne kadar yedek bir çantayı dev valize atsamda(ki "dev valize, kızmızı kız" diye hitap edeceğim) çok şekilli tatil planımda durak noktası Zeroşumun eviydi. Odasına yakıştırmaya çalıştım kırmızı kızı orta yere bırakırken, gözlerim gitmeye yakın sanki alışır gibi olsa da... Zehram'a ve ailesine 14 gün boyunca değiş-tokuş amaçlı her gelişimde abuk zamanlarda(bayram-yılbaşı) bile gösterdikleri anlayış için teşekkür ederim.

Zehra, Hande, Nilüfer ve ben gırgır şamata karsız tasasız çıktık yola Safranbolu'ya yaklaşırken karı gören biz 3 İzmir'li attık kendimizi yola. Biraz yuvarlandık karlandık sebeplendik. -8 dereceyi gören biz İzmirliler adına, daha ilk gün dedim kesin İstanbul'a döndüğümüzde yatak döşek yatacağız diye ama olmadı, temiz hava ve arınmış ruh halim beni yalancı çıkardı. Panzehir görevi görerek burada herkese bunu anlatmamı sağladı. "Ben hep hastayım ya; bünyem değilmiş problem olan doğalgazın yoğunlukla kullanılmadığı İzmir aslında havasıyla İstanbul'dan çok daha pismiş" Şu anda tüm çalışanlar hasta her zamanki gibi ve ilk defa başı çeken ben sağlam bir bünyeyle dedim ki 2008 merhaba...

Safranbolu gezimizde;

Safranbolu'nun konaklarını,
Biz de 3 gece konakta kaldık tüm ziyaretçiler gibi. Kalafatoğlu konağı bizi Kore'li daimi misafirleriyle karşıladı ve taştan lobisinde ilk nefesi aldık. Sonrasında 9 kişi "papaz kaçtı" oynadığımız bu taş duvarlı dinlenme yerinin aslında büyükbaş hayvanların mahali olduğunu öğrendim. Yani her konağın gibi ahırmış kendileri. Olsun güzeldi; galoş giyerek odalarımıza çıkmakta(ahşap zarar görmesin diye), gündüz kaloriferin yanması yasak olduğu için(çevre kirliliğine önlem amaçlı uygulama) banyo yapmaktan korksak da, konakta ki Koreliler'in uyku saatlerine pek uyum sağlayamayarak kısık kahkahalarla odamıza çıksak da ve hatta ahır kokusu solusak da çok güzeldi konakta yaşamak çook. Hayaller kurdum gözüm tahtalara dalarak bunu neden yapmışlar ki diye düşündüğüm çok şeyin süs amaçlı olduğunu öğrendikçe keyif aldım o zamanda yaşamaktan. Kısa süreliğine de olsa zorlu amaçlardan uzak süslü girdim yeni yıla((:
Çeviriköprü Konağı'nı,
Bu güzel konak ilgili personeli, lezzetli yöresel yemekleri ve eşsiz manzarası eşliğinde yapılan bol çeşitli sabah kahvaltısı ile biliniyor. Bence bir de bol kahkahalı sohbetimiz, kankamın(Koray) sadece bana özel baktığı havadan nem bulut kapıp yağmurlar yağdırdığı kahve falı ve Hande'nin bana patates kızartması yüzünden ciddii alınması unutulmazdı(((:
Çeviriköprü Kadıefendi Tesisleri Tel:(0370)7372493-7372203-7372208 Kastamonu Yolu 12. Km.SAFRANBOLU
Arasta Çarşısı ve meşhur Cinci Hanı,
Çarşıdan bol "kepçe" aldım ama minik şirin bakırdan yapılmış kepçe. Sosluk ve bardaklara rahatlıkla ayran koyabilmek için kullanılabilir, uygun fiyatlı güzel bir hediye çeşidi. Tahtadan yapılmış aynalar, taraklar, sandıklar v.s. dikkatimi çekmedi değil. Haa bir de sevenler için elbette bolca safran satılmakta. Cinci hanıda hemen orada; eskilerde kervanların uğradığı şimdinin gecelik konaklaması 140,00YTL olan konaklama yeri. Alt katında da restaurant kısmı bulunmakta fiyatlar çok da uçuk sayılmamakta.
Kankam Koray'ı,
Koray'cım bak işte tescillendin(((: Kuzenimin senelerdir arkadaşı olur. Kendisi iyi, dürüst, yakışıklı ve bekar bir bey. Bilgisayar işi ile uğraşıp Malatya'lı olan, iyi kahve falı bakıp orada 4 bayana eşli eden arkadaşım çok da iyi bir rehberdir bu arada((:
Yani ekibe bir kişi daha katıp sonrasın da çokca arkadaşları da ekleyip "hadii hadii" eğlenceli gecelere istinaden abartıp konağın bahçesinde eksi derecede mangal yapıp üzeri soğuktan donmuş rakımızı yudumladık. Dikemedik aslında soğuktu sadece yudumladık. Gece 3'de dağda karların içinde lastik yakarak ısınma amaçlı lastiklerin etrafında çevirme misali dönüp durmayıda eğlence haline dönüştürüp, lastik kokan kıyafetlerimizi de bagaja atıp ertesi gün yola çıktık.
İstanbul'da bir çok arkadaşımı gördüm ama içlerinde iki buluşma bende daha bi önemliydi. İlk buluşmamdı bu arkadaşlarımla; Cumhur ve Aslı. Cumhur'a çalıştığı halde zaman ayırdığı için ve geçen aya kadar yazılarını yazdığı ama şimdi kapanmış olan teknoloji televizyonunu bana gezdirerek, o sayfasında anlattığı günleri orada bana da birebir yaşattığı için teşekkür ederim. O televizyon birileri için önemliydi ve benimde uzun bir süredir akşamları takılıp kalarak takip ettiğim bir kanaldı. Ama orada sadece bunu değil emek veren gençleri de izledim, arkadaşımın o bitiş günlerinde içlerinde ki bitişi de değer verilmezliğin acısına da gözlemledim. Şimdi emekleri bölünüp her biri ayrı yerde olsa da öyle güzel dostlukları var ki buna Cumhur aracılığıyla tanık olmaktan çok mutlu oldum((: Cump teşekkür ederim.
Aslıcımla Merter duraklı İstiklal Caddesi yaptık. Güzel bir sabah kahvaltısı ardından onun Aslı olmadığını daha çok düşünmeye başladım. O günde 3-4 yazı yazacak kadar anlatımı yüksek Aslı'yı yüksek kapasitemle sündürerek tuttum bir de kilise de mum yaktırdım. Benim tatlı cadım gördün mü ben daha cadı çıktım:) Seni tanımak güzeldi ve hala hayal gibi. Sabahın kör vakti, hafta sonunda bana uyarak İstiklal keyfini bana yaşattığın için teşekkür ederim.
Yeni yıla kuzenim, eşi ve arkadaşlarıyla girdim. Kuzenim bende çok değerlidir. Biz birlikte büyüdük ve büyürken de ilk olan çok şeyi birbirimizle uzakta da olsak yakınen paylaştık. Çok şeye birlikte tanık olduk onunla tıpkı 2008'in ilk anları gibi.