Küçük Dünyama Takılanlara Fısıldadıklarım...: Nisan 2008

29 Nisan 2008

"düüüt" internette ki bayanlar, bir araya!!

Yoğun yoğun yoğun geçiyor günler. Öyle ki sayfama yazı yazmaya vakit bulamayacak kadar!! Biraz içim, birazda içimle bir canım sıkılıyor. Bir dizi asker hayatıma karşı birlik olmuş küçük mutluluklarımı bir bir vuruyor. Tanıdığım dediklerim yabancım olurken hiç tanımadığım birçok yeni yaşamla merhabalaşıyorum bu karmaşada. Bilmem hislerim oradan nasıl görünüyor ama buradan bakınca beni oldukça yoruyor. Sanki düştüm düşeceğim, sanki oyunlar içinde kalmış bir böceğim. Taşınmak var aklımda, kaçmak var uzaklara. İçimden feryat etmek geliyor, ediyorum. Susmayı istiyor içim, yerli yersiz sessizlikteyim. Bünyeme nasıl gelir bu durum bilmiyorum ama içimden geldiği gibi yaşıyorum bu ara. Bu aralar gönlümü eyliyor, hesapsız kitapsız düşünüyorum. Sustukça düşünüyor, düşündükçe kavga ediyorum ruhuma ters gelen herşeyle. Sesim ayarını yitirdi kendi içinde, bilmem dışarıdan nasıl duyuluyor!!! Duyuluyor mu sessizliğim. Tanıyan var mı acaba benden iyi beni!! Parmak kadar değerli mi acaba sizde izlerim!


Bu haftasonu da yeni bir blogcu buluşmasındaydım. "Cafe Ti"de(başımın üzerinde de çıkmış olduğu üzere) öyle mutluydum güzel arkadaşlarımla bir araya geldiğimde. Karşımda bu güzel günü düzenleyen sevgili Şerife oturuyor.

Bu mıknatıslı, içinde suda yüzen kabukların ve renkli çiçeklerin bulunduğu şirin açacak da Şerife'den bizlere hediye. Hediye paketlerinin üzerine kurdelayla iliştirilmiş değişik notlardan benim bahtıma çıkan yazı da burada;
"Şanssızlığa katlanabiliriz çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır."
Katılımın için çok teşekkürler... Uğurböcükü Şerife

Toplandık da mesafeler koymuşuz araya; garsonun düdüğüyle geldik biraraya;)
Garsonun demesi "internette tanışan bayanlar!! Sizden dışarıda da var(:" Yani kibarca bize "haydi bakalım bir araya" demese 5 biz, 4 diğer masa bi haber olacaktık orada((:










Kalkmak için birbirimizden destek alarak evimizin yolunu tuttuk. Ama içimiz rahat; Mayıs sonu yeni buluşmaya endeksli ruh halimizle giderken gayet keyifliydik. İnsanın kendine verebileceği en güzel hediyeyi sunduk biz kendimize o gün; yeni yaşamlara yelken açtık birlikte.

25 Nisan 2008

Vurgun yaşadım.

Çocukların eteklerine yapışmak bile bazen mutluluk getirir. Bazen ağlayan birine bakarken, gözlerinden iki damla aktığında onun şerefine... Yüreğim varlığından müthiş keyif duyar ses verir küt küt küt küt... Sese doğru gel. O sese bile muhtaçken ölü birçok beden yok olmak neden!! Bir gün kapısı kapanır herşeyin bir ses çıkarır; gümm diye.

Gözlerime bakıp bakıp tanıyamıyorsan beni, tanıma boşver. Ruhumu sınava çekemezsin sen. İzin verilenlerden ibaret yaşamım, izin verilenlerden ibaret yaşamın. Nerede çarpıştıkta aynı anda düştük bilmem. Yere çakıldık balıklama. Balıklama dalmadık mı dünyaya, herkes kadar!! Herkes kadar sevdik kendimizi, herkes kadar kandık birbirimize. Hayatı büyütmek neden!!

Zamanla çok büyüyemeyeceğimi bilmeden baktım saatlere. Akrebin düşman olduğunu bilemedim ömrüme... Bakakaldım zamana, içim büyürken.

Balıklama yaşadım.

Acıyı vurgun yaşadım.

21 Nisan 2008

İzmir Blog Yazarları Buluşması ve yeşilli kadın;))

Evine bağlı tam bir yengeç burcuyum. Bir gün evde değilsem ertesi gün mutlaka bunu telafi etmelidir bünyem. Bundan kaynaklı bir yorgunluk var üzerimde bugün. Zaten Pazartesi sendromu hayatımı yeterince zora koşarken bir de enerjimi haftasonuna teslim edince...

Cuma akşamı kendini gösteren telefon ve mail trafiği beni tercihlerde bulunmaya sevk etti. Öncelikli tercihim deniz ve güneş elbette derkeen,
Volkan'ın Ulusoy tesislerinde ki İzmir seyahatinin ciddiyeti kendini cam'de de gösterince planlar ters yüz oldu ve ertesi gün "İzmir Blog Yazarları Buluşması"nın heyecanı sardı beni. Daha önce de bloğum sayesinde yüzyüze 2 arkadaşımla tanışma fırsatım olmuştu. Ama bu buluşma da hiç bilmediğim yaşamlar vardı. Belki de birbiriyle hiç uyuşamayacak kişiler olsa da bir amaçtan ziyade içten gelirlik vardı arada. Emek ve emeğe saygı. Bir merak vardı kişilerde birbirine karşı. Yüzyüze tanımanın çok kısa sürdüğü ortak amaçlı ortam da bir sonra ki buluşma tarihi Mayıs sonu diye konuşulsa da asıl tanışma benim için şimdi başlayacak; bloglar arasında yeni yüzlerin hayatlarına bir adım atarak. İşte içimde duyduğum heyecan buydu.

Öncelikle bizi bir araya getirecek hassasiyete sahip olan ve tamamen kendi çalışmaları sonucu İzmir, Manisa ve hatta İstanbul yazarlarını bir araya getiren sevgili
Başak Ölmez'e ve beni bu buluşmadan haberdar ederek yeni hayatlar tanımama vesile olan arkadaşım Volkan'a sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

İşte o gün tanımış olduğum blog yazarı arkadaşlarım ve sayfa adresleri;

Burada da arkadaşlarımızın çekmiş olduğu resimler var. Vermiş olduğumuz mail adreslerine daha yol yorgunluğunu atmadan aynı günün akşamı bize ulaştıran Volkan'a çok teşekkürler(:
http://www.flickr.com/photos/wolkanca/sets/72157604640370013/


Blog yazarı arkadaşlardan ayrıldıktan sonra yakın bir arkadaşımın doğum gününe gittim. Ertesi gün yine bir doğum günü telaşlı alışveriş ve hediye seçimi derken günden değerli hafasonu bittiii. Haa haftasonu bitti de doğum günleri biter mi!! Dün akşam devamı geldi ve yine uyumam 02.00 uyanmam lafta 07.00 idi (;

07.10 (gözümü açamam)

07.15 (ertelemeye devam)

07.20 (2.saati de kapa uykunu yarım bırakma)

07.30 (bu akşam erken yatıcam)

18 Nisan 2008

Şemsiyem kapalı.

Hava durumu hep bulutlu diyor. Her gün bulutlu. Bulutlarsa inat, erkek gururlu. Bir damlasından mahrum bırakıp doğayı karartıyor, tüm ruhları... Sanki güneşe aşık olan kara bulut(kara adam) güneşin sarı saçlarını, pembe yanaklarını saklıyor tüm dünyadan. Karanlık bulut sevgisi için can yakıyor:(
Bu nerden mi çıktı!! İzmir'den. Benden. Bloglar arası gezintiye çıktım bugün ve baktım bir poyraz bir poyraz ruhlarda. Her yerde bir gülücük bırakmak istedim, fark edildi mi bilmem!! Yurdum havası bu ara böyle, başımızda bir kara bulut atsan atılmaz, satsan satılmaz. Kimse başına bela almaz. Nankör sevgisi, pire için yorgan yakar kendisi. Siniriyle bir bohçaya sarıp herkesi okyanus ötesine satar!!!

Güzellik salonuna gittiğim geçenlerde bir hanım abla pozitif düşünceyi öğütledi, ince hanım vurgulamalarla, hafifçe kültürüyle kelimeleri de uzatarak...
Canımızı sikmayacağııız.
Bizi sikanlardan uzaaak durcağııs.
Ruh sağliğımız açisından kaçicağııızz.
Pozitif düşinereek, pozitiflik koyacağız olduğumuuuz yeree.

Ehh be teyze sal gitsin orta yere!!!
Tövbe, tövbee...

Al işte sinirlendim ben de. Kara saçlı, beyaz tenli adam(kara bulut) bi kussan yıkansak milletçe gerçekliğinle.

16 Nisan 2008

annemin lezzetleri, Han'ın dibek kahvesi...

Kızları dün gece, babamı Pazar günü yerleşik yaşantılarına yolladık. Kaldık biz bize yine annecimle. Ben uykusuz ve yorgun annem ise biraz hasta oldu bu zaman zarfında. Bir bitkinlik var üzerinde. Bence üşütmekten ziyade mufakta fazlaca yorulmasından.

Bizim ufaklıklar gelecek diye; malum öğreciler ya, masanın ortasına koyduğumuz çanağı, doldurduk abur cuburla. Ne gereksiz demeyin!! Kapıdan ilk girdiklerinde mutfak, mutfak ortası masa olunca albenisi çok olan reklam yapmaya da değer yerde satışlar harikaydı, hem de ilk gece;)) Sonrası tarhanası, yaprak sarması, sigara böreği, pirzolası, püresi, çeşitli salatası(börülce, kereviz v.s.), en komiği tatlısı. Kabak tatlısının fırına sürülüp, bol cevizle mideye sunulma vakti gece takriben 24.00 - 01.00 sularıydı. Gündüz gezme esnasında, gece de annemin lezzet baskısıyla yendikçe yendi üç gün boyunca. Zaten bu esnada benim spor salonu bağlantım ve akşam koşularım da yerini zevki sefaya bırakmıştı.
Çok gezdik çok, ama İzmir'i bitirmeye yetmedi. Benim için öncelikli yer Kemeraltı'nda bulunan Kızlarağası Hanı'dır. Halıdan, kitaba, takıdan, antikaya ve yemek yerlerine kadar bir çok dükkan mevcut hanın içinde. Amaa bir kahvesi var ki halk arasında "dibek kahvesi" olarak bilinir. "Ömer Usta Kahveci", mmm tadı Mimar Sinan zamanından sayelerinde günümüze kadar gelir. Şimdiler de sakızlı, çikolatalı ve vanilyalı olarak da halka sunulur. Kısaca özgeçmişi ile "dibek usulü kahve" şöyledir ;
Fincanda pişen “ Osmanlı Usulü Türk Kahvesi ” Mimar Sinan zamanında Konya-Karaman'dan Üsküp ve Saraybosna (Sarejevo) şehrine giden cami, han, hamam ve köprü inşaatlarında taş işçisi olarak çalışan atalarımız tarafından pişirilmekteydi. Bu inşaatlarda çalışan taş işçileri bir yandan çalışırken üşümemek için yaktıkları mangal ateşine fincanlarını sürerek kahvelerini kül içerisinde pişirirlermiş.Hem taş kesip, taş oymacılığı yaparken hem de kahvelerini içerlermiş. Bu iş için ayrıca bir cezve kullanmazlarmış.O dönemde kahveler deve sırtında Yemen'den getirilirmiş.Şimdiki gibi Brezilya ve Kolombiya kahveleri yokmuş.Eski bir diplomat olan Ömer Usta diplomatlık görevi sırasında Üsküp'te eski bir Osmanlı kahvehanesinde bu doyumsuz lezzetle tanışmış.Bilahire emekli olduktan sonrada Kızlarağası hanının arkasında tarihi bir mekanda otantik bir dokuda bu lezzeti müşterilerine sunmaya başlamıştır.Bazı kişiler fincanda pişen kahveyi ben icat ettim diye çıksa da fincanda pişen kahvenin tarihi ve aslı böyledir.

İçmelii içmeli içmeli günlere tekilayla son verildi ve zom kafayla Pazartesi işe sadece Sibel geldi. Ev hali gayet mutlu, zomluğun tadını uyuyarak çıkarıyordu. Dün biraz zor oldu. Sayfamı açtım, şifreyi yazdım ama kafam da ne yaptığımızı toparlayamadım. Şimdi kendime geldim ve ceplerimi şöyle bir silkeledim; aylık kotamı aşmış bir şekilde İstanbul'a bu ay gitme hayalim kökünden sona erse de haftaya yine kardeşimin gelişini dört gözle beklemedeyim.

11 Nisan 2008

sabır ve zaman kolkola verdi kardeşim geldi.

Evde bir telaştır gidiyor bu hafta. Eskişehir'den kardeşim geliyor. Aslında bu ara planlar Ekim'den bu yana görmediğim kardeşime ve taşınma sürecin de olan iş yerime göre ayarlanıyor. Bir aydır planladığım dinlenme, tozu dumana katma amaçlı İstanbul seyahatim de mecburen sürekli tarih değiştiriyor. Bi söylediğim bi diğerinden kopuk gidiyor. Hiç sevmediğim dengesizlikler aldı başını gidiyor. Söz verdiğim arkadaşlarımı arayarak zamanı yönlendiremediğim sürecimi açıkladım ve tüm planları zamana bıraktım.
Bugün ki blog yazıma besmeleyle başladım(: Bu benim laptop'umdan yazdığım ilk yazım. Bütün günüm işte PC başında geçince evde bilgisayar başına oturup yazı yazmak bana hiiç keyif vermiyordu. Zannedersem bu yüzden tüm bilgisayar işlerimi gün içinde halledip akşam huzurla yayılıyordum. Birkaç kez içimden sayfama birşeyler yazmak geldiğin de ise olmadı. Sanki yazar havasında; yerimi beğenmedim, aklımdakiler oturduğum yerde sabitlendi!! Ama şimdilik iyi gidiyor bakın bakın gidiyor...((: Malum alışmak lazım altı yıldır alıştığım bilgisayarım ve koltuğumda yavaş yavaş yerinden oynuyor.
Pazar günü kuzenimle birlikte günlerdir araştırmasını yaptığımız bilgisayarı almak amaçlı Çiğli Kipa'da(alışveriş merkezinde) buluştuk. Asus mu, Acer mı, yoksa Toshiba mı derken... Toshiba A200-1YX de karar kılındı. Herşey gayet güzel;)) Telefonla mesai saatlerinde de ara ara kendilerini arayarak abuk sorularıma maruz kalan Toshiba çalışanları "hadi kapatıyoruuz..." diyerek durumun vahimliğini ortaya koydular((: Kuzenim kolumdan çekerek beni çıkartmaya çalıştığında dilimin ucunda ki sorulara yenilerini de ekleme amaçlı Starbucks'da bir mola verdik. Öyle ki yüklemeleri hallettik vee Nalan'ın önerdiği kahveyi nihayet denedim. Tarçınlı coffee, mmm naneli ve beyaz çikolatalı kadar lezzetliymiş kendisi. Şiddetle öneririm tüm önyargılılara. Ama abartıp üstüste içince yine çarpıldım. Öyle ki soluğu Kentucky(KFC)'de aldım. Yani tam bir tatil yaptık ailecek; midem, ruhum ve tüm bedenim;) Bir de bu araştırmayı 3 haftadır yaptığımı ve fellik fellik tehlikeli bölgelerde hafta sonlarımı geçirdiğimi düşünürsek kendim gibi kuzeni de yaktım. Arabaya binerken söylediği söz hala kulaklarımda "yaa Sibel çık hayatımdan lütfeen:((" Hehe duramam ben; ev arkadaşımı da 2 beden büyüttüm, annesine yıl 2000'de 42 beden teslim ettim.
Şimdi dört gözle annecimle kardeşimi ve ev arkadaşını bekliyoruz, babam,annem ve ben.
Sarmalar sarıldı, sevdikleri alındı. Haftasonum özlem gidermeli geçecek. Daha bi tatlı hayat sabredince, daha bi tatlı hayat gözümün nuru gelince. Zaman sabrımızın ödülünü verecek((:
Kardeşimi son gördüğüm de paylaştıklarım BURADA.

8 Nisan 2008

Usta, olmadı yaa!!!

Cuma günü annemin doğum günüydü. Annem Pazar günü gireceği açıköğretim sınavının telaşındayken; ben, kuzen Hande ve Esoş teyzem anneme sürpriz hazırlamakla meşguldük. Hazırlayan Hande ve başrol yardımcısı ben öncelikle kitap seçimini gerçekleştirdik. Elimde ki 7-8 kitaptan Nermin Bezmen'in "Sır" kitabını hediye olarak seçtik. Kitapçıda az da arkadaş edinmedik hani!! Güzel bir paylaşım ortamında bu seçimi yapmak ise apayrı bir keyifti bizim için. Kendime sipariş elmalı kurabiyeleri misafirlere yaptırırken, bir de ahlaksız teklifte bulundum; "tepsinin tamamı, please..." ((: O saatten sonra gözüm ne börek gördü ne de yemek. Hatta sabah kahvaltımı bile elmalı yaptım, abarttım.
Annem iyi ki varsın. Sen benim kaderimin belirleyicisi, annem... Seni Seviyorum Nadire'm(:
Ne güzel dostlarımız var di mi!! Nerelerden gelip neler neler getirdiler ceplerinde, en çok da gözlerinde. Işıl ışıldı kalbimiz de, ortam da. Mutluyduk küçük minik yuvamızda.
Amaaa!!!
Cumartesi misafirlerimizden sonrası tam bir kabustu. Hande'ye de söylediğim gibi; "yani böyle bir gün bana yılda 3 vurur. O da bu geçen Cumartesiydi". Uzun süredir apartmanda bir su kaçırma söz konusu. Kaytarma, bayma, keçileri kaçırma...v.s. hepsi bu husus doğrultusunda var olmakta aslında. "Duvarda ne var!! Problem sizden!!" diye tutturan Hüseyin Bey amca getirttiğimiz tesisatçı arkadaşlara da inanmayarak hala biz kaynaklı problem de diretince... Yönetici getirdi bir usta.
Vay efendim kırıldı mutfak lavabosunun altı, amaç sızıntı yapan boruyu bulmaktı.
Hani su!!
Bir paslı boru. Üzerinde hiçbir su kalıntısına rastlanmayan adı paslı diye ismi kötüye çıkan paslı, kaldı sahiplerinin başına.
- Sizdendi...
- Değildi.
-Burayı da kır!!
-Sonra yine bakılır.
-Kağıt havlu sürün, sıkıştırıp dürün, sokun en dibine çıkışın.
-Islaklık yok ama!!
BORU PASLI YA!!!
Anlayacağınız kaldı başımıza:( Hem de bir vana, 4 m'de boru yanında. Yok yere 300,00YTL.
Can sıkıcılık bitmedi.
Ustaların ustası... Banyoda kestiği suyu da geri getiremedi. Aslını sorarsanız yaptığı işlemler sonrası suyu nasıl kestiğini de anlayamadı. O banyoda değil mutfaktaydı. Sonrası film gibi Sibel banyoya girdi gece vee "akıtın suyu gelir" ibaresiyle ıslanmış pis tavuk gibi zor kaçtı dışarıya. Musluktan su yerine yakıcı buhar çıkıyordu sadece.
Ustaların ustası... !!!
Bu iş burda bitmedi.

4 Nisan 2008

3 geliyor uğuruyla, melekleri koynunda((:

Bu ara çevremde kıpırtılar var. Herşey yenileniyor... Bombalar patlıyor, karanlık kuyulardan yeni dipdiri canlar çıkıyor. Aileye üç bebek geliyor.
3
Şu uğursuz olan, yaşımda ki sıfırın başına konduğun da sıfıra bile anlam katan uğursuz 3; bize yeni yaşamlar katıyor(: Yeni soluklar geliyor.
Üçüzlerini doğurması için ikna edemediğim karşı komşumuz Hanife teyzecim bak Allah bana bi yerlerden uğursuz 3 ile gönderme yapıyor. Hatta 4. şüpheli daha bekleniyor haberi;))

Bu sene çok zor olacağa benzer. Kulaklarım iyice açmalı kendini, duygularım hassaslaşıp bebeğe daha da duyarlı olmalı ki "ya sabıır!!" dediğimde yardıma koşmalı tek sesle. İçimde ki bebek özlemi doyasıya tadına varsın göz açıp kapamalı dönemin.

"Bol bol iznim olmalı benim. Kokularına miss gibi doyup, 'ah sen var yaa...' ile başlayan cümleleri ileride kurabilmeliyim" derkeen...
Bir ses içimden;
"Ki benim o dönem yıllar sonra işsiz kalmış olma ihtimalim var. İş yerin kapanacak, doğuma değil doğmadan kıpırtılarına tanık olabilirsin bu gidişle".

"Bol para olmalı ki istekler hiç bitmeyecek. Gözlerim vitrinlerde gezerken bu sefer bi ses 'bebek kıyafetleri için çok erken' demeyecek;)" derkeen...
Bir ses içimden;
"Ama işsizsin Sibel iş hayatında ki gibi olmayacak bazı şeyler."

"Hiçbirinin doğumunu kaçırmamalıyım. O heyecanı yanların da bizzat yaşamalıyım. Bir şey istediklerin de içimden geldiği gibi en önde ben koşmalıyım" derkeen...
Bir ses içimden;
"İyi de, biri Karadenizde, diğer ayrı şehirlerde ki iki bebeğimiz de 1 hafta farkla dünyaya gelecekler."
.
.
.
Bu ara kıpırtı çok içimde. Çok çok...
Kalbime küçük tekmeler yiyorum minik minik...
Heyecandan yerimde duramıyorken içimden bir ses bugün hangisinin sesini duysam hamilelerimin diyor.
Kulağıma 3 melek beni sevdiğini söylüyor((:

1 Nisan 2008

"Şizofreni Yalnız Oynanmaz"

Hala aynı masa da aynı bilgisayar da yazıyorum sana;
Benim güzel sayfam...

Bol toplantılı, değişme süreci çokça panikli bir dönem geçiriyor şirket. Öyle uzaktan seyrediyor gibiyim. Gerçi o yoğunlukdan nasibimi almıyor da değilim. Galiba bundan tam söylenmiyor bazı şeyler bu ara!! Yoksa "amaaan... kim isterse o uğraşsın bundan sonra" demeyeceğime garanti veremem. Dileklerim yerine geldi diye kendimi dünyanın hakimi sanabilirim. Yaşım 30 olsa da şirkette en genç ben olduğum için lütfen bana eleştirel gelmeyin.

Recep İvedik'e nihayet gittim. Komikti. Bazen argo konuşmalar başımda ağrı yaratsa da gülmek güzeldi doya doya. Kendimi kaybetmiş çok pis mısır yemişim. Öyle ki; film bitip ışıklar yandığında hışımla sırtıma almak amaçlı havaya savurduğum şalımda ki bütün mısırlar başımdan aşağı yağdığında anladım kafamı ve kendimi ne denli dağıttığımı. Gülen birkaç kişi sezdim arkada. Anlayacağınız hayat bana uyum sağlıyor bu ara;)




"Şizofreni Yalnız Oynanmaz" yaklaşık bir haftadır okumaya başladığım Rahmi Vidinlioğlu'nun ilk kitabı.
İlk yüz sayfası oldukça ağır bir dille anlatıyor yazarın içinde ki sevdayı. Ama daha sonra daha akıcı bir hal alıyor kitap.
Aşkı anlatıyor şizofreniye en yakın haliyle. Aşk şizofrenidir diyor, deliliktir. Birini bulduğun da kendini yitirme dönemidir. Ama yazar bunu direkt söylemiyor; yaklaşık üçyüz sayfa, bir bilmece misali imgesel biçim de, şiirsel anlatımıyla bunu okuyucuya sunuyor.

Arka kapaktan;

Gittin! Seni benden, beni senden koparttılar! Kahpe bir intihara dönüş bileti gişedeki Azrail! Tımarhanelere kaldırdılar beni, kollarıma kocaman serum şişelerinde gözyaşları bağladılar!Başlamadan bitti aramızdaki her şey! Bitti! Sen, "Bitti" bile diyemedin "Başlayan şeyler bit(t)er, ben seni sevmeye başlamadım ki..." derdim!Bitti! Her bitiş yeni bir başlangıcın fragmanıydı! Aramızdaki sıradağlar gibi duran aşılmaz engel "Biz arkadaşız..." diye başlayan o çocukça masal değil, gözü dönmüş psikiyatristlerin yazdıkları ufacık bir kağıt parçasıydı: "Şizofrenik septomlar..."diye başlayan ve "...gözlem altında tutulmalı!"emir kipiyle noktalanan!Ey Kâri! Şimdi dinleyeceğin her şey yalandır... Yalan.. Yalan.. Yalan!Bir yalanın utana utana gerçeğe dönüşmesi, tüm gerçeklerin arsızca yalana dönmesi ve neyin gerçek neyin yalan olduğunun artık hiçbir öneminin kalmadığı bir kaosun hikayesidir.. Kocaman, hiçbir şeyle tanımlanamayacak kadar büyük bir acının hikayesi...