Kızları dün gece, babamı Pazar günü yerleşik yaşantılarına yolladık. Kaldık biz bize yine annecimle. Ben uykusuz ve yorgun annem ise biraz hasta oldu bu zaman zarfında. Bir bitkinlik var üzerinde. Bence üşütmekten ziyade mufakta fazlaca yorulmasından.
Bizim ufaklıklar gelecek diye; malum öğreciler ya, masanın ortasına koyduğumuz çanağı, doldurduk abur cuburla. Ne gereksiz demeyin!! Kapıdan ilk girdiklerinde mutfak, mutfak ortası masa olunca albenisi çok olan reklam yapmaya da değer yerde satışlar harikaydı, hem de ilk gece;)) Sonrası tarhanası, yaprak sarması, sigara böreği, pirzolası, püresi, çeşitli salatası(börülce, kereviz v.s.), en komiği tatlısı. Kabak tatlısının fırına sürülüp, bol cevizle mideye sunulma vakti gece takriben 24.00 - 01.00 sularıydı. Gündüz gezme esnasında, gece de annemin lezzet baskısıyla yendikçe yendi üç gün boyunca. Zaten bu esnada benim spor salonu bağlantım ve akşam koşularım da yerini zevki sefaya bırakmıştı.
Çok gezdik çok, ama İzmir'i bitirmeye yetmedi. Benim için öncelikli yer Kemeraltı'nda bulunan Kızlarağası Hanı'dır. Halıdan, kitaba, takıdan, antikaya ve yemek yerlerine kadar bir çok dükkan mevcut hanın içinde. Amaa bir kahvesi var ki halk arasında "dibek kahvesi" olarak bilinir. "Ömer Usta Kahveci", mmm tadı Mimar Sinan zamanından sayelerinde günümüze kadar gelir. Şimdiler de sakızlı, çikolatalı ve vanilyalı olarak da halka sunulur. Kısaca özgeçmişi ile "dibek usulü kahve" şöyledir ;
Fincanda pişen “ Osmanlı Usulü Türk Kahvesi ” Mimar Sinan zamanında Konya-Karaman'dan Üsküp ve Saraybosna (Sarejevo) şehrine giden cami, han, hamam ve köprü inşaatlarında taş işçisi olarak çalışan atalarımız tarafından pişirilmekteydi. Bu inşaatlarda çalışan taş işçileri bir yandan çalışırken üşümemek için yaktıkları mangal ateşine fincanlarını sürerek kahvelerini kül içerisinde pişirirlermiş.Hem taş kesip, taş oymacılığı yaparken hem de kahvelerini içerlermiş. Bu iş için ayrıca bir cezve kullanmazlarmış.O dönemde kahveler deve sırtında Yemen'den getirilirmiş.Şimdiki gibi Brezilya ve Kolombiya kahveleri yokmuş.Eski bir diplomat olan Ömer Usta diplomatlık görevi sırasında Üsküp'te eski bir Osmanlı kahvehanesinde bu doyumsuz lezzetle tanışmış.Bilahire emekli olduktan sonrada Kızlarağası hanının arkasında tarihi bir mekanda otantik bir dokuda bu lezzeti müşterilerine sunmaya başlamıştır.Bazı kişiler fincanda pişen kahveyi ben icat ettim diye çıksa da fincanda pişen kahvenin tarihi ve aslı böyledir.
İçmelii içmeli içmeli günlere tekilayla son verildi ve zom kafayla Pazartesi işe sadece Sibel geldi. Ev hali gayet mutlu, zomluğun tadını uyuyarak çıkarıyordu. Dün biraz zor oldu. Sayfamı açtım, şifreyi yazdım ama kafam da ne yaptığımızı toparlayamadım. Şimdi kendime geldim ve ceplerimi şöyle bir silkeledim; aylık kotamı aşmış bir şekilde İstanbul'a bu ay gitme hayalim kökünden sona erse de haftaya yine kardeşimin gelişini dört gözle beklemedeyim.
Bizim ufaklıklar gelecek diye; malum öğreciler ya, masanın ortasına koyduğumuz çanağı, doldurduk abur cuburla. Ne gereksiz demeyin!! Kapıdan ilk girdiklerinde mutfak, mutfak ortası masa olunca albenisi çok olan reklam yapmaya da değer yerde satışlar harikaydı, hem de ilk gece;)) Sonrası tarhanası, yaprak sarması, sigara böreği, pirzolası, püresi, çeşitli salatası(börülce, kereviz v.s.), en komiği tatlısı. Kabak tatlısının fırına sürülüp, bol cevizle mideye sunulma vakti gece takriben 24.00 - 01.00 sularıydı. Gündüz gezme esnasında, gece de annemin lezzet baskısıyla yendikçe yendi üç gün boyunca. Zaten bu esnada benim spor salonu bağlantım ve akşam koşularım da yerini zevki sefaya bırakmıştı.
Çok gezdik çok, ama İzmir'i bitirmeye yetmedi. Benim için öncelikli yer Kemeraltı'nda bulunan Kızlarağası Hanı'dır. Halıdan, kitaba, takıdan, antikaya ve yemek yerlerine kadar bir çok dükkan mevcut hanın içinde. Amaa bir kahvesi var ki halk arasında "dibek kahvesi" olarak bilinir. "Ömer Usta Kahveci", mmm tadı Mimar Sinan zamanından sayelerinde günümüze kadar gelir. Şimdiler de sakızlı, çikolatalı ve vanilyalı olarak da halka sunulur. Kısaca özgeçmişi ile "dibek usulü kahve" şöyledir ;
Fincanda pişen “ Osmanlı Usulü Türk Kahvesi ” Mimar Sinan zamanında Konya-Karaman'dan Üsküp ve Saraybosna (Sarejevo) şehrine giden cami, han, hamam ve köprü inşaatlarında taş işçisi olarak çalışan atalarımız tarafından pişirilmekteydi. Bu inşaatlarda çalışan taş işçileri bir yandan çalışırken üşümemek için yaktıkları mangal ateşine fincanlarını sürerek kahvelerini kül içerisinde pişirirlermiş.Hem taş kesip, taş oymacılığı yaparken hem de kahvelerini içerlermiş. Bu iş için ayrıca bir cezve kullanmazlarmış.O dönemde kahveler deve sırtında Yemen'den getirilirmiş.Şimdiki gibi Brezilya ve Kolombiya kahveleri yokmuş.Eski bir diplomat olan Ömer Usta diplomatlık görevi sırasında Üsküp'te eski bir Osmanlı kahvehanesinde bu doyumsuz lezzetle tanışmış.Bilahire emekli olduktan sonrada Kızlarağası hanının arkasında tarihi bir mekanda otantik bir dokuda bu lezzeti müşterilerine sunmaya başlamıştır.Bazı kişiler fincanda pişen kahveyi ben icat ettim diye çıksa da fincanda pişen kahvenin tarihi ve aslı böyledir.
İçmelii içmeli içmeli günlere tekilayla son verildi ve zom kafayla Pazartesi işe sadece Sibel geldi. Ev hali gayet mutlu, zomluğun tadını uyuyarak çıkarıyordu. Dün biraz zor oldu. Sayfamı açtım, şifreyi yazdım ama kafam da ne yaptığımızı toparlayamadım. Şimdi kendime geldim ve ceplerimi şöyle bir silkeledim; aylık kotamı aşmış bir şekilde İstanbul'a bu ay gitme hayalim kökünden sona erse de haftaya yine kardeşimin gelişini dört gözle beklemedeyim.
12 yorum:
yemeli-içmeli-gülmeli-gezmeli günler pek hoş geçmiş:))
ama kardeşimi özledim ben yaaaa!!
şafak 31!!!!
sevgiyle...
ohh ohh gezilmiş yenilmiş içilmiş(!) yine :))) anneciğine geçmiş olsun ama onunki tatlı yorgunluktur şimdi..gönlü daha neler yapmak istemiştir de sıra gelmemiştir eminim.
Anam nazar değdi kız annişkoya meşmiş olsun de doğum günü notumu da ilettin değil mi Siboş sultan. Bu arada aman be Siboş ya yalan hikayesi olduk kızım ya. Az iç de paraları alkole yatırma bak oyarım bilesin.
Sevgili Sibel,
Yazını keyifle okudum. Anneler değişiyor da annelik değişmiyor sanırım. İstanbul'da okuyan kızımın evindeki hallerimi anımsadım. Çok güzel anlatmışsın.
Zonguldaklı değilim, Zonguldak'ta yaşıyorum. Sevgiler. Yine geleceğim... Ben de beklerim.
Sevgili Sibel yazını keyifle okudum İzmirde yaşayan biri olarak :)Allah kavuştursun.
Bende beklerim görüşmek dileğiyle
Sevgiler...
Sibelcim selam allah kavuştursun kardeşine, kızlarağasını ne güzel anlatmışsın en sevdiğim yerdir, evet bende çok heyecanlıyım sizleri tanıyacağım günü dört gözle ekliyorum, öptüm canım...
Hani bana cevap Sibel hatun hımm maillerine de bakıver
naber,
bu aralar çokmu yopunsun sesin pek bir seyrek çıkıyor. merakta bırakma bizi bak.
ses ver
sevgilerimle
Nedense yorum kutusunu açamadım iki gündür. Neyse...
Allah kavuştursun(yeni kavuşma geliyor).,
Annen de WC'ye çalışmış yani..:)
Şu yemek işi bana çok nankör gelir hep. Saatlerce özene-bezene hazırlarsın, sonunda gideceği yer bellidir.
Sevgiler canım..
heheheh iki yazını okuyunca , yaorumlarda iki yazıdan da esintiler oluyor. O kadar geldim İzmire hiç Dibek kahvesi içmedim. Darısı seninle içmeye diyelim. Öptüm seni Sibelcimm
Annecigin yorulmustur ama simdi ona kiz elinden yapilmis yemekler , biraz ilgi nasil da iyi gelir:)
Istanbul seferinin etelendigine uzuldum ama Haziran ya da temmu'da birlikte yapariz belki , hi , ne dersin?:)
ok ne güzel ..Görmeyeli gayet keyifli günler geçirilmiş.Sevindidm adına.
Bu arada arkadaşımın icadı olarak fincan da sunduğu kahvenin gerçek tadını şimdi çok merak ettim.Yolum oralara düşerse mutlaka uğrayacağım..Kızlarağası Hanı'na..sevgiler..
Yorum Gönder